Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran
puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamsonun
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
NAZIM HİKMET
30 Mart 2015 Pazartesi
KADIN
Kimi der ki kadın
uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde
dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir.
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran,
Kimi der ki çocuk doğuran,
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim hayat arkadaşımdır.
uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde
dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir.
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran,
Kimi der ki çocuk doğuran,
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim hayat arkadaşımdır.
Nazım Hikmet Ran
29 Mart 2015 Pazar
BARIŞ UĞRUNA MÜCADELEDE ŞİİRİN ROLÜ
Barış severler safında faal bir mücahit olarak, barış için savaşmamız gerektiğine kesinlikle inanıyorum. Barış bir hediye gibi kabul edilemez, kazanılmalıdır.
Barış uğrunda mücadele çeşitli şekiller alır. Örneğin kapitalist ülkelerde, bu mücadele ağır hapis yılları, baskı ve ezgi görmek tehlikesi ile karşılaşmaktadır. Bütün bu tehlikelere rağmen, harpten nefret eden halk kitleleri barış bayrağı altında toplanmadıkça barış kazanılamaz... Bu mücadelede her ilerici aydın, dahası namuslu her aydın, görevini anlayarak hazır bulunmalıdır. Barış uğruna mücadelenin, insanlığın geleceği ile ne kadar bağlı olduğunu, şairlerin ve yazarların şiirlerinde, romanlarında, hikayelerinde yazmaları bir görevdir. Tüm dünyada bilim adamları, teknisyenler, her günkü yaratıcı faaliyetleri ile harbe karşı, barış cephesinde yer almalıdırlar.
Ben bir şairim, ve bu mücadelede şairin ne yapması gerektiğini daha iyi anlatabilirim. Şuna inanıyorum ki, onların sorumluluğu, mühendislerin, teknisyenlerin sorumluluğundan bir damla olsun az değildir. Bilakis daha da büyüktür. Bir mühendis bir köprü inşa ederse, onun sorumluluğu o köprünün yıkılmamasıdır. Fakat köprü yıkılırsa, felaket bir derece mahduttur, eninde sonunda köprü yeniden inşa edilecektir. Fakat şair, ruhun mühendisidir. Onun sesi, milyonlarca insana, onların ruhuna, kalplerine hitap etmektedir. Kelimenin bu muazzam gücü, her şairi gururlandırmalı, onu sorumluluk bilincine kavuşturmalıdır. Barış ve ülkelerin saadeti için mücadele eden namuslu şairler bu görevi gayet iyi bilmelidirler. Şairin hayatı ile edebi faaliyeti arasında hiçbir ayrılık olamaz. Biri pratikte, biri şiirde, iki hayat yaşamıyoruz. Tek bir vücuduz. Günümüzün gerçek şiiri, barış mücadelesinden esinleniyor. Pablo Neruda, Aragon gibi başka büyük şairler, aynı zamanda bütün moral güçleriyle, barış mücadelesine faal surette katılıyorlar. Bir şair bu niteliği kazanmasını biliyorsa, eserleri bu mücadelenin kesin izlerini taşıyacaklardır. Şiirleri, ümit dolu, yaşam aşkını dile getiren, kuvvetli şiirler olacaktır. Mücadeleci şair, insanlığın geleceğine inanır ve bundan dolayı da korkunç denemelerden geçse de yazılarında ümitsizlik asla sezilmez.
. Bir şair gerçekten bu görevi yerine getirmek istiyorsa, şiirlerinin şekli kesin ve basit, muhtevası kuvvetli olacaktır. Şair açık,direkt, her insanın kalbine giden bir dil kullanacaktır. Başarılı olması için de bu dili büyük bir dikkatle işleyecektir. Halkının canlı dilini temel alacaktır. Benim için fikri en başta önemli olan halkımdır. Pekaz yaşadığım hürriyet yıllarımda, bir şiir yazdığımda, işçi semtlerini gezer, fakir kahvehanelerine girer okurdum. Bu adetime, hapishanede de devam ettim. Yazdığım her satırı, birlikte kapalı kaldığım köylü ve işçilere imkanım oldukça okudum. Onların gözlem ve eleştirilerini dikkatle not ettim. Çünkü benim için pek kıymetli idi. Şair halk kitleleri ile daimi temasta bulunmalıdır, kelimelerinin gücü onlardan gelmektedir.
Bu konuda bizim edebiyat tarihimizden önemli bir olayı anlatmak istiyorum. Abdülhamid`in karanlık hükümdarlık devresinde, burjuva demokratik haklar için savaşmış olan Namık Kemal adında bir şairimiz vardı. Faaliyetlerinden dolayı bir adaya sürgün edilmişti. Namık Kemal`in şiirleri tutumunu aşamamasına rağmen, halk onun kişiliği etrafında altın bir efsane dokumuştu. Namık Kemal`in sürgünü, uzun yıllar hapse çevrilmişti. O zaman halk kendi yarattığı şiirleri, ona cömertce atfetti. Bu olay şiirin ne güce sahip olduğunu (Abdülhamid Namık Kemal`den ciddi surette korkuyordu.) ve halkın kendi acı ve emellerini yansıtan şiirlere ne kadar susamış olduğunu gösterir. ... İlerici şiiri seven ve sayan halk, bizim tarafımızdadır. Şiirin gerçek ve değerli kuvveti, bizim tarafımızdadır. İlerici şiirin zaferi yalnız benim ülkemde değil tüm dünyadadır. Ve dünyanın en iyi şairleri, en değerli yazarları, büyük barış cephesinin faal mücahitleridir. Bu durum bilim adamları içinde bir gerçektir. İşte barışa hizmet eden gerçek şiirden, savaş kışkırtıcıları bundan dolayı korkmakta ve nefret etmektedirler.
Şiir; barış, halkların egemenliği, insanların mesut geleceği uğrundaki mücadelede yer alırsa, hepimizin inandığı üzere daima zafere götürecek bir silahtır.
Nâzım Hikmet
CONTEMPORANUL Dergisi
9 Haziran 1951 - Romanya
Barış uğrunda mücadele çeşitli şekiller alır. Örneğin kapitalist ülkelerde, bu mücadele ağır hapis yılları, baskı ve ezgi görmek tehlikesi ile karşılaşmaktadır. Bütün bu tehlikelere rağmen, harpten nefret eden halk kitleleri barış bayrağı altında toplanmadıkça barış kazanılamaz... Bu mücadelede her ilerici aydın, dahası namuslu her aydın, görevini anlayarak hazır bulunmalıdır. Barış uğruna mücadelenin, insanlığın geleceği ile ne kadar bağlı olduğunu, şairlerin ve yazarların şiirlerinde, romanlarında, hikayelerinde yazmaları bir görevdir. Tüm dünyada bilim adamları, teknisyenler, her günkü yaratıcı faaliyetleri ile harbe karşı, barış cephesinde yer almalıdırlar.
Ben bir şairim, ve bu mücadelede şairin ne yapması gerektiğini daha iyi anlatabilirim. Şuna inanıyorum ki, onların sorumluluğu, mühendislerin, teknisyenlerin sorumluluğundan bir damla olsun az değildir. Bilakis daha da büyüktür. Bir mühendis bir köprü inşa ederse, onun sorumluluğu o köprünün yıkılmamasıdır. Fakat köprü yıkılırsa, felaket bir derece mahduttur, eninde sonunda köprü yeniden inşa edilecektir. Fakat şair, ruhun mühendisidir. Onun sesi, milyonlarca insana, onların ruhuna, kalplerine hitap etmektedir. Kelimenin bu muazzam gücü, her şairi gururlandırmalı, onu sorumluluk bilincine kavuşturmalıdır. Barış ve ülkelerin saadeti için mücadele eden namuslu şairler bu görevi gayet iyi bilmelidirler. Şairin hayatı ile edebi faaliyeti arasında hiçbir ayrılık olamaz. Biri pratikte, biri şiirde, iki hayat yaşamıyoruz. Tek bir vücuduz. Günümüzün gerçek şiiri, barış mücadelesinden esinleniyor. Pablo Neruda, Aragon gibi başka büyük şairler, aynı zamanda bütün moral güçleriyle, barış mücadelesine faal surette katılıyorlar. Bir şair bu niteliği kazanmasını biliyorsa, eserleri bu mücadelenin kesin izlerini taşıyacaklardır. Şiirleri, ümit dolu, yaşam aşkını dile getiren, kuvvetli şiirler olacaktır. Mücadeleci şair, insanlığın geleceğine inanır ve bundan dolayı da korkunç denemelerden geçse de yazılarında ümitsizlik asla sezilmez.
. Bir şair gerçekten bu görevi yerine getirmek istiyorsa, şiirlerinin şekli kesin ve basit, muhtevası kuvvetli olacaktır. Şair açık,direkt, her insanın kalbine giden bir dil kullanacaktır. Başarılı olması için de bu dili büyük bir dikkatle işleyecektir. Halkının canlı dilini temel alacaktır. Benim için fikri en başta önemli olan halkımdır. Pekaz yaşadığım hürriyet yıllarımda, bir şiir yazdığımda, işçi semtlerini gezer, fakir kahvehanelerine girer okurdum. Bu adetime, hapishanede de devam ettim. Yazdığım her satırı, birlikte kapalı kaldığım köylü ve işçilere imkanım oldukça okudum. Onların gözlem ve eleştirilerini dikkatle not ettim. Çünkü benim için pek kıymetli idi. Şair halk kitleleri ile daimi temasta bulunmalıdır, kelimelerinin gücü onlardan gelmektedir.
Bu konuda bizim edebiyat tarihimizden önemli bir olayı anlatmak istiyorum. Abdülhamid`in karanlık hükümdarlık devresinde, burjuva demokratik haklar için savaşmış olan Namık Kemal adında bir şairimiz vardı. Faaliyetlerinden dolayı bir adaya sürgün edilmişti. Namık Kemal`in şiirleri tutumunu aşamamasına rağmen, halk onun kişiliği etrafında altın bir efsane dokumuştu. Namık Kemal`in sürgünü, uzun yıllar hapse çevrilmişti. O zaman halk kendi yarattığı şiirleri, ona cömertce atfetti. Bu olay şiirin ne güce sahip olduğunu (Abdülhamid Namık Kemal`den ciddi surette korkuyordu.) ve halkın kendi acı ve emellerini yansıtan şiirlere ne kadar susamış olduğunu gösterir. ... İlerici şiiri seven ve sayan halk, bizim tarafımızdadır. Şiirin gerçek ve değerli kuvveti, bizim tarafımızdadır. İlerici şiirin zaferi yalnız benim ülkemde değil tüm dünyadadır. Ve dünyanın en iyi şairleri, en değerli yazarları, büyük barış cephesinin faal mücahitleridir. Bu durum bilim adamları içinde bir gerçektir. İşte barışa hizmet eden gerçek şiirden, savaş kışkırtıcıları bundan dolayı korkmakta ve nefret etmektedirler.
Şiir; barış, halkların egemenliği, insanların mesut geleceği uğrundaki mücadelede yer alırsa, hepimizin inandığı üzere daima zafere götürecek bir silahtır.
Nâzım Hikmet
CONTEMPORANUL Dergisi
9 Haziran 1951 - Romanya
NAZIM VE EŞİ PİRAYE HANIM
Piraye , Nazım Hikmet’in kızkardeşinin arkadaşıdır...Kocasından ayrılmış , bir erkek ve bir kız çocuğu sahibi dul bir kadındır...Şairimizin Piraye’ye yazdığı ilk şiirinin hikayesinin de şöyle olduğu söylenir ;
Şair , sevgilisine bir demet mor menekşe ile gitmeye niyetlenmiştir..Ama dostlarının karnını doyurması gerekmektedir..Altın gözlü çocuğun menekşe parasını harcar...1930 da yazdığı o güzelim şiiri de şöyledir ;
MOR MENEKŞE , AÇ DOSTLAR ve ALTIN GÖZLÜ ÇOCUK
Abe şair,
Bizim de bir çift sözümüz var «aşka dair.»
O meretten biz de çakarız biraz..
Deli çığlıklar atıp avaz avaz
Burnumun dibinden gelip geçti yaz...
Sarı tahta vagonları ter, tütün ve ot kokan bir tren gibi...
Halbuki ben istiyordum ki
Gelsin o kırmızı bakır bakracında bana sıcak süt getiren gibi...
Fakat neylersin , yaz böyle gelmedi..
Yaz böyle gelmiyor , böyle gelmiyor, hay anasını...
Şey !..
EEEEEEEEEY...!!!
Kızım, annem, karım, kardeşim
Sen başında güneşler esen altın gözlü çocuk ,
Altın gözlü çocuğum benim ;
Deli çığlıklar atıp avaz avaz
Burnumun dibinden gelip geçti de yaz..
Ben , bir demet mor menekşe olsun getiremedim sana !!
Ne haltedek,
Dostların karnı açtı kıydık menekşe parasına !!
----------------------------------------------------------------------
1935’de kimseye haber vermeden evlenirler...İstanbul’a yerleşirler..Ama rahat olamazlar ki…Nazım Hikmet'in mahpusluk günleri başlayacaktır...O kadar çok şiir yazmıştır ki Piraye’ye , o kadar çok mektup yazmıştır ki “Karıcım, canım karıcığım” hitapları ile başlayan… Misal,
"Karıcığım , Bu seferki ilk mektubuma senin için yazdığım bir şiir ile başlıyorum ;
Saat dört yoksun , saat beş yok..
Altı ,yedi ertesi gün ve belki kim bilir...
Hapishane avlusunda bir bahçemiz vardı ,
Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı...
Gelirdin , yan yana otururduk
Kırmızı ve kocaman muşamba torban dizlerinde..."
Bu şiir böyle devam etmektedir... Şiirin sonundaki mektup ise şöyle bitmektedir ;
"Kuzum karıcığım , bu şiirleri iyi oku..Yazdıklarımın en ustaları değilse de en yalansızlarıdır..Seni nasıl yalansız , süssüz , sanatsız seviyorsam ; bunlar da öyle... "
“Karıma 2. Mektubumdur” diye yazılan ve Portreler kitabında yayımlanan en ünlü şiir de şu değil midir ?
Bir tanem !
Son mektubunda : "Başım sızlıyor , yüreğim sersem!" diyorsun...
"Seni asarlarsa , seni kaybedersem ; yaşayamam " diyorsun...
Yaşarsın karıcığım , kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda ;
Yaşarsın , kalbimin kızıl saçlı bacısı...
En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı...
Ölüm , bir ipte sallanan bir ölü
Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm..
Fakat emin ol ki sevgili ;
Zavallı bir çingenenin kıllı , siyah bir örümceğe benzeyen eli ,
Geçirecekse eğer ipi boğazıma...
Mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nâzım'a !
Ben , alacakaranlığında son sabahımı , dostlarımı ve seni göreceğim...
Ve yalnız yarım kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim...
Karım benim , iyi yürekli ; altın renkli gözleri ,
Baldan tatlı arım benim...
Ne diye yazdım sana istendiğini idamımın,..
Daha dava ilk adımında ve bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın...
Haydi bunları boşver...
Bunlar uzak bir ihtimal...
Paran varsa eğer , bana fanila bir don al , tuttu bacağımın siyatik ağrısı ,
Ve unutma ki , daima iyi şeyler düşünmeli bir mahpusun karısı...
------------------------------------------------------------------------------------------------------
Durmaksızın yazar Piraye’ye Nazım Hikmet , sürekli yazar…1945'lerde gene mahpushanede Piraye hanım’a her gün bir şiir yazmaya başlar...“Piraye için yazılan saat 21-22 şiirleri”dir bunlar...
“Ne güzel şey hatırlamak seni ;
Ölüm ve zafer haberleri içinden..
Hapiste
Ve yaşım kırkı geçmiş iken..”
Yıllar yılları kovalar hasret ve sevi dolu mektup ve şiirlerle... Ama her aşkın bir sonu vardır galiba...
1946'da Bursa Mahpushanesi’nde yatarken dayısının kızı Münevver’in ziyaretleri sıklaşmaya başlamıştır..Gönlüne sual olunmuyordu şairimizin ve artık Nazım Hikmet ile Münevver aşkı başlıyordu...Şair mektup yazar Piraye’ye ve anlatır durumu tüm açık yürekliliği ile…Piraye Hanım yıkılır ama kimseye belli etmez...Bu arada Münevver bir çocuk sahibi evli bir kadındır...Kocası ayrılmak istemez..Nazım - Münevver aşkı içinden çıkılmaz hale gelir...Nazım Hikmet bu aralar bir mektup yollar Piraye hanım’a , şöyle der ;
“Yeryüzünde hiçbir insan , hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır..Bütün bunlara rağmen gel..Sana “gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçak isem ne halt edeyim , öyleyim işte..Fakat gel..Ve benden nefret ederek , beni hor hakir görerek de olsa , beni bir daha yalnız bırakma !"
Gelmezse intihar edeceğini söyleyen mektuplar yazar karısına...Haberler gönderir...Piraye dayanamaz gider...Daha sonra da Nazım Hikmet’in Piraye Hanım’a yazıları devam eder..Nazım Hikmet açlık grevi yapmıştır mahpushanede ve rahatsızlandığı için hastaneye yatırılmıştır..Piraye Hanım’la son görüşmelerinin hikayesi de şöyledir ;
Özel bir bağışlanma bekleyen şair serbest bırakılacağını düşünmektedir ve gene Münevver Hanım’la görüşmelere başlamıştır..Piraye Hanım bilir durumu ama gene de hastaneye gider ve Nazım Hikmet'e çıktığında evine gelebileceğini söyler...Tam bu konuşma sırasında , kapısı açılır görüşme odasının ve içeriye Nazım Hikmet’in kızkardeşi ile Münevver Hanım girerler..Şairimiz iki arada kalmıştır ve durumu oldukça sevimsizdir..Piraye Hanım çıkar odadan..Bu Piraye ve Nazım’ın son görüşmesidir...
1930 da başlayan aşk 1950 de noktalanır...Bu 20 yıl hep tutuklanmalar ve mahpuslukla geçmiştir...Piraye Hanım kocasını hiç yalnız bırakmamış ve sabırla beklemiştir...Boşandıktan sonra da 1995 yılında ölene kadar da hiçbir gazeteciye tek bir laf etmemiş ve kimseyle bir daha evlenmemiştir...
Toplumcu Gerçekçi Şiir Nedir?
Toplumcu Gerçekçi Edebiyatın Özellikleri nedir?
- Toplumcu gerçekçi şiir, serbest nazım özellikleri taşır.
- Toplumcu gerçekçi şiir, ideolojik içerikli bir şiirdir.
- Toplumcu gerçekçi şiir, o güne kadar görülmemiş, denenmemiş bir görsellik, karmaşık biçimli teknikler barındıran bir şiirdir.
- Politik bir içerik taşıması şiirin etkileme ve belirleme gücünü yükseltmiştir.
- Şiirdeki paralel, simetrik akışlar ve kırılmalar Rus şair Mayakovski'den gelen yansımalardır.
- Materyalist ve Marksist bir dünya görüşü üzerinde temellendirilmiştir.
- Toplumcu gerçekçi edebiyat, halkçılık, köycülük kavramları ile hümanist bir düşünce etrafında şekillenen bir edebiyattır.
- Toplumcu gerçekçi anlayışın ekseninde "insan, toplum ve üretim ilişkileri" vardır.
- Toplum için sanat anlayışı vardır.
- Sanatkâr toplumun ruh mühendisidir.
- Toplumcu gerçekçi edebiyat eğitsel bir işlevle yüklüdür. Sosyalist bireyselliğin geliştirilmesi bu edebiyatın ana amacıdır.
- Sanat her türlü dinsel ve töresel bağlardan kurtulmalıdır.
- Toplumcu gerçekçi edebiyat, programa dayalı ve tezi olan bir edebiyattır.
- Toplumcu gerçekçi edebiyata iyimser bir bakış açısı egemendir.
- Toplumcu gerçekçi edebiyatta insanı belirleyen en temel öge kollektivizmdir.
- Nazım Hikmet, Beşir Fuat, Hoca Tahsin Efendi, Abdullah Cevdet, Ercüment Behzat Lav ve Kadro dergisi yazarları (Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör ) bu edebiyat anlayışının öncüleridir.
28 Mart 2015 Cumartesi
Nazım'ı "Çoğul okuma" HİLMİ YAVUZ
HİLMİ YAVUZ
| ![]() |
Nazım’ı, ‘Çoğul Okuma’lara Açma Zamanı Gelmedi mi?
Nazım Hikmet’in doğumunun 100. yıldönümü dolayısıyla Unesco’nun 2002 yılını ‘Nazım Hikmet Yılı’ ilan etmesi, bu büyük şairimizin poetikası ile ilgili yorumların ne kadar sıradan, sığ ve yavan olduğunu bir defa daha kanıtladı. Nazım Hikmet, komünist şair kimliğinin dayatıldığı bir bağlamda anıldı ve şiirlerinin bu bağlamın ötesinde de okunabilir olup olmadığına bakılmadı bile...
Oysa Nazım’ın şiiri, onun komünist bir şair olmasıyla zorunlu bir bağımlılık ilişkisi içinde değildir. Nazım komünist olabilir, –ve elbette öyledir. Hiç kimse, onun komünist olmadığını iddia etmiyor zaten. Ama bu, Nazım’ın şiirinin zorunlu olarak, sadece ve münhasıran Marksist teori bağlamında okunması gerektiği anlamına gelmez. Bütün büyük şairlerde olduğu gibi Nazım Hikmet’in şiiri, kendisini, deyiş yerindeyse ‘çoğul okumalar’a kapalı tutmayan bir şiirdir ve bu da, şiiri ile dünya görüşü arasındaki ilişkinin, zorunlu değil, olumsal (ya da, zorunsuz) bir ilişki olduğunu gösterir. Bir şiir ya da genelde bir yapıt, ancak propaganda amacıyla yazılmışsa, bir tek düzlemde okunabilir;– öyle okunması amaçlanmıştır çünkü... Yazan, o şiirden ya da yapıttan, bir tek anlamın çıkarılmasını, yapıtının ‘çoğul okumalar’a açık olmasını ister. Sadece bir düzlemde okunabilen şiir ise, manzumedir. Ve hiç şüphe yok, Nazım’ın şiiri, manzume değildir...
Oysa ne olmuştur? Nazım şiirinin yorumu, deyiş yerindeyse, ideolojik gözaltına alınmış; şiirinin Marksist bağlamın dışında okunması, neredeyse bir sapkınlık sayılmıştır. Gerekçe de hazırdır: Nazım komünisttir; dolayısıyla, ideolojisini şiirinden ayıramazsınız! Affınıza sığınarak söyleyeyim, bu budalaca gerekçe, Nazım şiirinin üzerinde inşa edilmiş olan zorbaca tahakkümün sözümona meşrulaştırılmasından öte bir anlam taşımamıştır. Reel sosyalizmin tekelci estetiği (böyle bir estetikten söz edilebilirse eğer!), Nazım’ın şiirinin ‘başka türlü’ okunmasına izin vermemiş; şiiri, ‘başka türlü’ de okunabilir olma imkanlarına sımsıkı kapalı tutulmuştur.
Reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte, Nazım’ın şiirinin bu yoksullaştırıcı tahakkümden kurtulması gerekir. Kimsenin, Nazım’ın şiirinin, verili okuma biçimiyle, yani Marksizm bağlamında okunmasına itirazı yoktur. Böyle bir itiraz, budalaca olur çünkü. Dileyen, elbette, Nazım Hikmet’in şiirini işçi sınıfı ideolojisi açısından okumaya devam edebilir. Etmelidir de! Ama, Nazım’ın şiirini bu okumayla sınırlı kılan, o görünmez, ama kolayca hissedilir ideolojik hegemonyanın aşılması; şiirin üzerindeki bu mütehakkim okuma tekelinin kırılması gerekir. Bu ‘farklı’ okumalar, Nazım’ın Marksist bir şair olduğu gerçeğini örseleyemez;– örselemesi zaten söz konusu değildir. Tam tersine, Marksist bir şairin şiirinin, sadece o yorumla sınırlandırılamaz olan bir zenginliğe sahip olduğunun görülmesini mümkün kılar bu ‘farklı’ okumalar...
Niye mesela, birileri çıkıp, Nazım’ı Psikanalitik Kuram açısından, o bağlamda okumasın? Niye, Yapısalcı bir okumayla (mesela, Riffaterre yöntemi ile) Nazım’ın şiirlerinde Marksizme gönderme yapmayan matrisler de bulunmasın? Bunlar Nazım’ın şiirinin aynı zamanda Marksizm bağlamında okunmayacağı anlamına gelmez ki;– üstelik niye gelsin?
Nazım’ın şiirinin ‘büyük’ bir şiir olduğu, onun ‘farklı’ okumalara da açık olduğunun gösterilmesiyle anlaşılacaktır.
|
Nazım Hikmet'in etkilendiği Fütürizm akımı nedir?
Edebiyatta Fütürizm
Bu akımın öncüsü ve şefi İtalyan şair, romancı, oyun yazarı ve yayın yönetmeni Filippo Tommaso Marinetti'dir. Marinetti’nin 1909’da Paris’te "Le Figaro" gazetesinde yayımladığı manifesto futurisita (Fütürizm Bildirisi) gelecekçiliğin manifestosu oldu. Bildiride, "Bizler müzeleri, kütüphanelerin yerle bir edip ahlakçılık, feminizm ve bütün yararcı korkaklıklarla savaşacağız" deniyordu. Bu geçmişin bütünüyle reddi demekti. Aynı bildiride, "Biz dünyadaki gerçekten sağlıklı tek şeyi, yani savaşa ve ölüme götüren güzel düşünceleri yüceltiyoruz" sözleri, siyasal alanda o dönemde gelişen faşizmden yana bir tavrın da açık göstergesiydi.
Süratin üstünlüğünü iddia ve ilan eden Marinetti, bir yarış arabasının Samothrake zaferi (Yunan heykeli)nden daha güzel olduğunu ve buna ek olarak da: "Mutlak içinde yaşıyoruz, çünkü "her yerde hazır ve nazır olan" edebi sürati biz yarattık" demiştir.
Gelecekçiliğin kurucusu Marinetti, Avrupa’da birçok yazarı etkiledi. Rusya’da Velemir Hlebinikov ve Mayakovski gelecekçiliğe yöneldi. Rus gelecekçiler kendi bildirgelerini yayınladı. Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski reddedildi. Şiirde sokak dilinin kullanılması istendi. 1917 Ekim devriminden sonra da gelecekçi akım güçlendi. Mayakovski’nin ölümüne kadar etkisini sürdürdü.
İtalya’daki gelecekçiler ilk şiir antolojisini 1912’de yayımladı. Gelecekçilik faşizm ile özdeşleşti. Ve 1920’lerin ortalarına doğru etkisini yitirdi. Eserlerinde mantıklı cümleler kurmayı reddeden gelecekçilerin parolası, "sözcüklere özgürlük"tü. Ezra Pound, D. H. Lawrenceve Giovanni Papini de bu akımdan etkilenen yazarlardır.
MAKİNALAŞMAK İSTİYORUM- FÜTÜRİZM VE NAZIM HİKMET
Makinalaşmak istiyorum / Nazım Hikmet- 1923
trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!
beynimden, etimden, iskeletimden geliyor bu!
her dinamoyu
altıma almak için çıldırıyorum!
tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor,
damarlarımda kovalıyor
oto-direzinler lokomotifleri!
trrrrum,
trrrrum,
trak tiki tak
makinalaşmak istiyorum!
mutlak buna bir çare bulacağım
ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!
trrrrum
trrrrum
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!
her dinamoyu
altıma almak için çıldırıyorum!
tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor,
damarlarımda kovalıyor
oto-direzinler lokomotifleri!
trrrrum,
trrrrum,
trak tiki tak
makinalaşmak istiyorum!
mutlak buna bir çare bulacağım
ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!
trrrrum
trrrrum
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!
1923′TE YAZILDI BU ŞİİR O GÜNDEN BUGÜNE BİR TANE DAHA YOK!…
Kocaman usta,Nazım HİKMET’in bu sanayi toplumuna yönelik tek şiiri, başka şiir yazılmamış.
Türkiye eğer cumhuriyet kalmayı istiyorsa; sanayileşmeli, makinalaşmalı ama birileri başta Cemal Süreyya eleştiriyor Nazım Hikmet’i…
“Makinalaşmak İstiyorum” şiirini Nazım Hikmet’in en kötü şiiri olarak niteliyor…
Anlamak mümkün değil; Koskoca Nazım HİKMET;büyük usta bu şiirden sonra yazmıyor bir daha, sanayi toplumu olma isteğini dile getirmiyor…
Rençber toplumuna, tarım işçisine yön vermeye başlayan bir şiir düzeneğine geçiyor…
Makinalaşmak İstemek sanki ustanın en büyük yara kabuğunu koparması gibi oysa başına dert oluyor Nazım Hikmet RAN’ın…
Hangi sosyolojik yarayı keşfettiğinin farkında Nazım HİKMET…
Kimin ne istemediğinin farkında…
“Makinalaşmak İstiyorum” şiirini Nazım Hikmet’in en kötü şiiri olarak niteliyor…
Anlamak mümkün değil; Koskoca Nazım HİKMET;büyük usta bu şiirden sonra yazmıyor bir daha, sanayi toplumu olma isteğini dile getirmiyor…
Rençber toplumuna, tarım işçisine yön vermeye başlayan bir şiir düzeneğine geçiyor…
Makinalaşmak İstemek sanki ustanın en büyük yara kabuğunu koparması gibi oysa başına dert oluyor Nazım Hikmet RAN’ın…
Hangi sosyolojik yarayı keşfettiğinin farkında Nazım HİKMET…
Kimin ne istemediğinin farkında…
Teknolojileşmenin ve genç cumhuriyetin eksiklerini kapatılmasının önemini bilen bir şair Nazım…
Makinayı insan emrine vermenin önemini bilen bir aydın…
“Makinalaşmak” isimli şiir Nazım Hikmet’in Fütürist özellikleri en fazla taşıyan şiiridir. Şiirin yazım tarihi 1923 yılını taşıyor. O yıllar Rusya’da Fütürist akımın en güçlü olduğu yıllardır. Şair, şiir biçimi olarak Mayakovski’den etkilenmiştir. Dizeler kesilir. Şair özgün bir dil yaratmaya çalışır. Dil oldukça sadedir. Konuşma diliyle yazar. Çünkü; Mayakozski’de olan halkı eğitme amacı Nazım Hikmet’te de vardır. Anlamları olmayan sözcükler kullanır. (trrrrum,trak tiki tak!).
Makinayı insan emrine vermenin önemini bilen bir aydın…
“Makinalaşmak” isimli şiir Nazım Hikmet’in Fütürist özellikleri en fazla taşıyan şiiridir. Şiirin yazım tarihi 1923 yılını taşıyor. O yıllar Rusya’da Fütürist akımın en güçlü olduğu yıllardır. Şair, şiir biçimi olarak Mayakovski’den etkilenmiştir. Dizeler kesilir. Şair özgün bir dil yaratmaya çalışır. Dil oldukça sadedir. Konuşma diliyle yazar. Çünkü; Mayakozski’de olan halkı eğitme amacı Nazım Hikmet’te de vardır. Anlamları olmayan sözcükler kullanır. (trrrrum,trak tiki tak!).
Ama böyle sözcükler şiir dilini anlamsız kılmaz.
Şiirde teknik ve teknikle ilgili terimler vardır (dinamo, bakır tel, oto-direzin, lokomotif, türbin vb.).
Şair gelecekten ve geleceğin insanlarından da bahsetmiştir. Şu dizeler “Karnı bir türbin oturtup / kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!” bana o yıllarda yayımlanmış bilimkurgu romanlarını hatırlattı.
İnsandan yola çıkarak teknolojinin son noktasına giden bir yol gibi bu dizeler. Fütürizm de gelecektir, gelecek hakkında düşünmektir.
BAHRİ HAZER
Ufuklardan ufuklara
ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu;
Hazer rüzgârların dilini konuşuyor balam,
Konuşup çoşuyordu!
Kim demiş "Çört vazmi!"
Hazer ölü bir göle benzer!
Uçsuz bucaksız başı boş tuzlu bir sudur Hazer!
Hazerde dost gezer, e......y!
Düşman gezer!
Dala bir dağdır
kayık bir geyik!
Dalga bir kuyu
Kayık bir kova!
Çıkıyor kayık
İniyor kayık,
Devrilen
Bir atın
sırtından inip,
Şahlanan
bir ata
biniyor kayık
Ve Türkmen kayıkçı
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.
Başında kocaman kara bir papak;
bu papak değil:
tüylü bir koyunu karnından yarıp
geçirmiş başına!
koyunun tüyleri düşmüş kaşına!
ÇIKIYOR KAYIK
İNİYOR KAYIK
Ve kayıkçı
"Türkmenistanlı bir Buda heykeli" gibi
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş,
fakat, sanma ki Hazerin karşısında divan durmuş!
O bir Buda heykelinin
taştan sükunu gibi kendinden emin
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.
Bakmıyor
kayığa
sarılan
sulara!
Bakmıyor
çatlayıp
yarılan
sulara!
Çıkıyor kayık
iniyor kayık
devrilen
bir atın
sırtından inip
Şahlanan
bir ata
biniyor kayık!
- Yaman esiyor be karayel yaman!
Sakın özünü Hazerin hilesinden aman!
Aman oyun oynamasın sana rüzgâr!
- Aldırma anam ne çıkar?
Ne çıkar
kudurtsun
karayel
suları
Hazerde doğanın
Hazerdir mezarı!
Çıkıyor kayık
İniyor Kayık
Çıkıyor ka....
İniyor ka....
Çık.........
in..........
çık...........
1928
NOT: Türk şiirinde hiç denenmemiş yapıların Nazım Hikmet şiirine konu edinmiştir. Nazım hikmet "Şairin sesi yüksek çıkmalıdır" der. ve bugüne kadar hiç denenmemiş yapıları şiirine yansıtır. Dizeleri normalin iki katı büyüklüğünde yazıyor. Bu da modern şiirin ölçütlerinden biridir.
ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu;
Hazer rüzgârların dilini konuşuyor balam,
Konuşup çoşuyordu!
Kim demiş "Çört vazmi!"
Hazer ölü bir göle benzer!
Uçsuz bucaksız başı boş tuzlu bir sudur Hazer!
Hazerde dost gezer, e......y!
Düşman gezer!
Dala bir dağdır
kayık bir geyik!
Dalga bir kuyu
Kayık bir kova!
Çıkıyor kayık
İniyor kayık,
Devrilen
Bir atın
sırtından inip,
Şahlanan
bir ata
biniyor kayık
Ve Türkmen kayıkçı
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.
Başında kocaman kara bir papak;
bu papak değil:
tüylü bir koyunu karnından yarıp
geçirmiş başına!
koyunun tüyleri düşmüş kaşına!
ÇIKIYOR KAYIK
İNİYOR KAYIK
Ve kayıkçı
"Türkmenistanlı bir Buda heykeli" gibi
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş,
fakat, sanma ki Hazerin karşısında divan durmuş!
O bir Buda heykelinin
taştan sükunu gibi kendinden emin
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.
Bakmıyor
kayığa
sarılan
sulara!
Bakmıyor
çatlayıp
yarılan
sulara!
Çıkıyor kayık
iniyor kayık
devrilen
bir atın
sırtından inip
Şahlanan
bir ata
biniyor kayık!
- Yaman esiyor be karayel yaman!
Sakın özünü Hazerin hilesinden aman!
Aman oyun oynamasın sana rüzgâr!
- Aldırma anam ne çıkar?
Ne çıkar
kudurtsun
karayel
suları
Hazerde doğanın
Hazerdir mezarı!
Çıkıyor kayık
İniyor Kayık
Çıkıyor ka....
İniyor ka....
Çık.........
in..........
çık...........
1928
NOT: Türk şiirinde hiç denenmemiş yapıların Nazım Hikmet şiirine konu edinmiştir. Nazım hikmet "Şairin sesi yüksek çıkmalıdır" der. ve bugüne kadar hiç denenmemiş yapıları şiirine yansıtır. Dizeleri normalin iki katı büyüklüğünde yazıyor. Bu da modern şiirin ölçütlerinden biridir.
GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ
GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ
Bu bir türkü:
Toprak çanaklarda
Güneşi içenlerin Türküsü!
Bu bir övgü:
Alev bir saç örgüsü!
Kıvranıyor;
Kanlı kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
Ben de gördüm o kahramanları,
Ben de sardım o örgüyü
Ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
Altın yeleli aslanların ağzını
Yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
Şimşekli rüzgarlara bindik!
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
Çırpıyor bilekli süvariler kamçılıyor
Şaha kalkan atlarını!
AKIN VAR
GÜNEŞE AKIN!
GÜNEŞİ ZAPTEDECEĞİZ
GÜNEŞİN ZAPTI YAKIN
Ağlamak Meselesi
Ağlamak Meselesi
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
farkına bile varmadan?
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
ayıpsız,
aşikare,
yağmur misali?
farkına bile varmadan?
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
ayıpsız,
aşikare,
yağmur misali?
Neylersin alışkanlık
için kan ağlarken yüzün güler
dikilitaş gibi dinelirsin yine.
Yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer,
anneler gibi ağlamanın yiğitliğine?
için kan ağlarken yüzün güler
dikilitaş gibi dinelirsin yine.
Yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer,
anneler gibi ağlamanın yiğitliğine?
Nazım Hikmet Ran
Nâzım Hikmet Ran (17 Ocak 1902 – 3 Haziran 1963), ya da kısaca Nâzım Hikmet, Türk şair, oyun yazarı, romancı ve anı yazarı. "Romantik komünist" ve "romantik devrimci" olarak tanımlanır. Siyasi düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış ve yetişkin yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiştir. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır.
Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman ve Ercüment Er adlarını da kullanmıştır. İt Ürür Kervan Yürürkitabı Orhan Selim imzasıyla çıkmıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.[8][9]
Şiirleri yasaklanan ve yaşamı boyunca yazdıkları yüzünden 11 ayrı davadan yargılanan Nâzım Hikmet, İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre yattı. 1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkarıldı; ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile bu işlem iptal edildi. Mezarı Moskova'da bulunmaktadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)