30 Mart 2015 Pazartesi

VATAN HAİNİ

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran 
puntolarla, 
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamsonun 
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali 
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. 
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 


Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt 
hainiyim, ben vatan hainiyim. 
Vatan çiftliklerinizse, 
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, 
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, 
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, 
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, 
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, 
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, 
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, 
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, 
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, 
ben vatan hainiyim. 
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 

NAZIM HİKMET

NÂZIM BU MEMLEKETİN!


KADIN

















KADIN
Kimi der ki kadın
uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde
dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir.
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran,
Kimi der ki çocuk doğuran,
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım.
Yavrum, annem, karım, kız kardeşim hayat                                                                                               arkadaşımdır.
                                                          Nazım Hikmet Ran

29 Mart 2015 Pazar

BARIŞ UĞRUNA MÜCADELEDE ŞİİRİN ROLÜ


Barış severler safında faal bir mücahit olarak, barış için savaşmamız gerektiğine kesinlikle inanıyorum. Barış bir hediye gibi kabul edilemez, kazanılmalıdır.

Barış uğrunda mücadele çeşitli şekiller alır. Örneğin kapitalist ülkelerde, bu mücadele ağır hapis yılları, baskı ve ezgi görmek tehlikesi ile karşılaşmaktadır. Bütün bu tehlikelere rağmen, harpten nefret eden halk kitleleri barış bayrağı altında toplanmadıkça barış kazanılamaz... Bu mücadelede her ilerici aydın, dahası namuslu her aydın, görevini anlayarak hazır bulunmalıdır. Barış uğruna mücadelenin, insanlığın geleceği ile ne kadar bağlı olduğunu, şairlerin ve yazarların şiirlerinde, romanlarında, hikayelerinde yazmaları bir görevdir. Tüm dünyada bilim adamları, teknisyenler, her günkü yaratıcı faaliyetleri ile harbe karşı, barış cephesinde yer almalıdırlar.

Ben bir şairim, ve bu mücadelede şairin ne yapması gerektiğini daha iyi anlatabilirim. Şuna inanıyorum ki, onların sorumluluğu, mühendislerin, teknisyenlerin sorumluluğundan bir damla olsun az değildir. Bilakis daha da büyüktür. Bir mühendis bir köprü inşa ederse, onun sorumluluğu o köprünün yıkılmamasıdır. Fakat köprü yıkılırsa, felaket bir derece mahduttur, eninde sonunda köprü yeniden inşa edilecektir. Fakat şair, ruhun mühendisidir. Onun sesi, milyonlarca insana, onların ruhuna, kalplerine hitap etmektedir. Kelimenin bu muazzam gücü, her şairi gururlandırmalı, onu sorumluluk bilincine kavuşturmalıdır. Barış ve ülkelerin saadeti için mücadele eden namuslu şairler bu görevi gayet iyi bilmelidirler. Şairin hayatı ile edebi faaliyeti arasında hiçbir ayrılık olamaz. Biri pratikte, biri şiirde, iki hayat yaşamıyoruz. Tek bir vücuduz. Günümüzün gerçek şiiri, barış mücadelesinden esinleniyor. Pablo Neruda, Aragon gibi başka büyük şairler, aynı zamanda bütün moral güçleriyle, barış mücadelesine faal surette katılıyorlar. Bir şair bu niteliği kazanmasını biliyorsa, eserleri bu mücadelenin kesin izlerini taşıyacaklardır. Şiirleri, ümit dolu, yaşam aşkını dile getiren, kuvvetli şiirler olacaktır. Mücadeleci şair, insanlığın geleceğine inanır ve bundan dolayı da korkunç denemelerden geçse de yazılarında ümitsizlik asla sezilmez.

. Bir şair gerçekten bu görevi yerine getirmek istiyorsa, şiirlerinin şekli kesin ve basit, muhtevası kuvvetli olacaktır. Şair açık,direkt, her insanın kalbine giden bir dil kullanacaktır. Başarılı olması için de bu dili büyük bir dikkatle işleyecektir. Halkının canlı dilini temel alacaktır. Benim için fikri en başta önemli olan halkımdır. Pekaz yaşadığım hürriyet yıllarımda, bir şiir yazdığımda, işçi semtlerini gezer, fakir kahvehanelerine girer okurdum. Bu adetime, hapishanede de devam ettim. Yazdığım her satırı, birlikte kapalı kaldığım köylü ve işçilere imkanım oldukça okudum. Onların gözlem ve eleştirilerini dikkatle not ettim. Çünkü benim için pek kıymetli idi. Şair halk kitleleri ile daimi temasta bulunmalıdır, kelimelerinin gücü onlardan gelmektedir.

Bu konuda bizim edebiyat tarihimizden önemli bir olayı anlatmak istiyorum. Abdülhamid`in karanlık hükümdarlık devresinde, burjuva demokratik haklar için savaşmış olan Namık Kemal adında bir şairimiz vardı. Faaliyetlerinden dolayı bir adaya sürgün edilmişti. Namık Kemal`in şiirleri tutumunu aşamamasına rağmen, halk onun kişiliği etrafında altın bir efsane dokumuştu. Namık Kemal`in sürgünü, uzun yıllar hapse çevrilmişti. O zaman halk kendi yarattığı şiirleri, ona cömertce atfetti. Bu olay şiirin ne güce sahip olduğunu (Abdülhamid Namık Kemal`den ciddi surette korkuyordu.) ve halkın kendi acı ve emellerini yansıtan şiirlere ne kadar susamış olduğunu gösterir. ... İlerici şiiri seven ve sayan halk, bizim tarafımızdadır. Şiirin gerçek ve değerli kuvveti, bizim tarafımızdadır. İlerici şiirin zaferi yalnız benim ülkemde değil tüm dünyadadır. Ve dünyanın en iyi şairleri, en değerli yazarları, büyük barış cephesinin faal mücahitleridir. Bu durum bilim adamları içinde bir gerçektir. İşte barışa hizmet eden gerçek şiirden, savaş kışkırtıcıları bundan dolayı korkmakta ve nefret etmektedirler.

Şiir; barış, halkların egemenliği, insanların mesut geleceği uğrundaki mücadelede yer alırsa, hepimizin inandığı üzere daima zafere götürecek bir silahtır.


Nâzım Hikmet
CONTEMPORANUL Dergisi
9 Haziran 1951 - Romanya

Nazım'ın kendi sesinden "MEMLEKETİM"


Nazım'ın renkli görüntüleri


NAZIM VE EŞİ PİRAYE HANIM


Piraye , Nazım Hikmet’in kızkardeşinin arkadaşıdır...Kocasından ayrılmış , bir erkek ve bir kız çocuğu sahibi dul bir kadındır...Şairimizin Piraye’ye yazdığı ilk şiirinin hikayesinin de şöyle olduğu söylenir ;

Şair , sevgilisine bir demet mor menekşe ile gitmeye niyetlenmiştir..Ama dostlarının karnını doyurması gerekmektedir..Altın gözlü çocuğun menekşe parasını harcar...1930 da yazdığı o güzelim şiiri de şöyledir ;

MOR MENEKŞE , AÇ DOSTLAR ve ALTIN GÖZLÜ ÇOCUK

Abe şair,
Bizim de bir çift sözümüz var «aşka dair.»
O meretten biz de çakarız biraz..
Deli çığlıklar atıp avaz avaz
Burnumun dibinden gelip geçti yaz...
Sarı tahta vagonları ter, tütün ve ot kokan bir tren gibi...
Halbuki ben istiyordum ki
Gelsin o kırmızı bakır bakracında bana sıcak süt getiren gibi...

Fakat neylersin , yaz böyle gelmedi..
Yaz böyle gelmiyor , böyle gelmiyor, hay anasını...

Şey !..
EEEEEEEEEY...!!!
Kızım, annem, karım, kardeşim
Sen başında güneşler esen altın gözlü çocuk ,
Altın gözlü çocuğum benim ;
Deli çığlıklar atıp avaz avaz
Burnumun dibinden gelip geçti de yaz..
Ben , bir demet mor menekşe olsun getiremedim sana !!

Ne haltedek,
Dostların karnı açtı kıydık menekşe parasına !!
----------------------------------------------------------------------
1935’de kimseye haber vermeden evlenirler...İstanbul’a yerleşirler..Ama rahat olamazlar ki…Nazım Hikmet'in mahpusluk günleri başlayacaktır...O kadar çok şiir yazmıştır ki Piraye’ye , o kadar çok mektup yazmıştır ki “Karıcım, canım karıcığım” hitapları ile başlayan… Misal,

"Karıcığım , Bu seferki ilk mektubuma senin için yazdığım bir şiir ile başlıyorum ;

Saat dört yoksun , saat beş yok..
Altı ,yedi ertesi gün ve belki kim bilir...
Hapishane avlusunda bir bahçemiz vardı ,
Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı...
Gelirdin , yan yana otururduk
Kırmızı ve kocaman muşamba torban dizlerinde..."

Bu şiir böyle devam etmektedir... Şiirin sonundaki mektup ise şöyle bitmektedir ;

"Kuzum karıcığım , bu şiirleri iyi oku..Yazdıklarımın en ustaları değilse de en yalansızlarıdır..Seni nasıl yalansız , süssüz , sanatsız seviyorsam ; bunlar da öyle... "

“Karıma 2. Mektubumdur” diye yazılan ve Portreler kitabında yayımlanan en ünlü şiir de şu değil midir ?

Bir tanem !
Son mektubunda : "Başım sızlıyor , yüreğim sersem!" diyorsun...
"Seni asarlarsa , seni kaybedersem ; yaşayamam " diyorsun...
Yaşarsın karıcığım , kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda ;
Yaşarsın , kalbimin kızıl saçlı bacısı...
En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı...

Ölüm , bir ipte sallanan bir ölü
Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm..
Fakat emin ol ki sevgili ;
Zavallı bir çingenenin kıllı , siyah bir örümceğe benzeyen eli ,
Geçirecekse eğer ipi boğazıma...
Mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nâzım'a !

Ben , alacakaranlığında son sabahımı , dostlarımı ve seni göreceğim...
Ve yalnız yarım kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim...

Karım benim , iyi yürekli ; altın renkli gözleri ,
Baldan tatlı arım benim...
Ne diye yazdım sana istendiğini idamımın,..
Daha dava ilk adımında ve bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın...

Haydi bunları boşver...
Bunlar uzak bir ihtimal...
Paran varsa eğer , bana fanila bir don al , tuttu bacağımın siyatik ağrısı ,
Ve unutma ki , daima iyi şeyler düşünmeli bir mahpusun karısı...
------------------------------------------------------------------------------------------------------
Durmaksızın yazar Piraye’ye Nazım Hikmet , sürekli yazar…1945'lerde gene mahpushanede Piraye hanım’a her gün bir şiir yazmaya başlar...“Piraye için yazılan saat 21-22 şiirleri”dir bunlar...

“Ne güzel şey hatırlamak seni ;
Ölüm ve zafer haberleri içinden..
Hapiste
Ve yaşım kırkı geçmiş iken..”

Yıllar yılları kovalar hasret ve sevi dolu mektup ve şiirlerle... Ama her aşkın bir sonu vardır galiba...

1946'da Bursa Mahpushanesi’nde yatarken dayısının kızı Münevver’in ziyaretleri sıklaşmaya başlamıştır..Gönlüne sual olunmuyordu şairimizin ve artık Nazım Hikmet ile Münevver aşkı başlıyordu...Şair mektup yazar Piraye’ye ve anlatır durumu tüm açık yürekliliği ile…Piraye Hanım yıkılır ama kimseye belli etmez...Bu arada Münevver bir çocuk sahibi evli bir kadındır...Kocası ayrılmak istemez..Nazım - Münevver aşkı içinden çıkılmaz hale gelir...Nazım Hikmet bu aralar bir mektup yollar Piraye hanım’a , şöyle der ;

“Yeryüzünde hiçbir insan , hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır..Bütün bunlara rağmen gel..Sana “gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçak isem ne halt edeyim , öyleyim işte..Fakat gel..Ve benden nefret ederek , beni hor hakir görerek de olsa , beni bir daha yalnız bırakma !"

Gelmezse intihar edeceğini söyleyen mektuplar yazar karısına...Haberler gönderir...Piraye dayanamaz gider...Daha sonra da Nazım Hikmet’in Piraye Hanım’a yazıları devam eder..Nazım Hikmet açlık grevi yapmıştır mahpushanede ve rahatsızlandığı için hastaneye yatırılmıştır..Piraye Hanım’la son görüşmelerinin hikayesi de şöyledir ;

Özel bir bağışlanma bekleyen şair serbest bırakılacağını düşünmektedir ve gene Münevver Hanım’la görüşmelere başlamıştır..Piraye Hanım bilir durumu ama gene de hastaneye gider ve Nazım Hikmet'e çıktığında evine gelebileceğini söyler...Tam bu konuşma sırasında , kapısı açılır görüşme odasının ve içeriye Nazım Hikmet’in kızkardeşi ile Münevver Hanım girerler..Şairimiz iki arada kalmıştır ve durumu oldukça sevimsizdir..Piraye Hanım çıkar odadan..Bu Piraye ve Nazım’ın son görüşmesidir...

1930 da başlayan aşk 1950 de noktalanır...Bu 20 yıl hep tutuklanmalar ve mahpuslukla geçmiştir...Piraye Hanım kocasını hiç yalnız bırakmamış ve sabırla beklemiştir...Boşandıktan sonra da 1995 yılında ölene kadar da hiçbir gazeteciye tek bir laf etmemiş ve kimseyle bir daha evlenmemiştir...